Osmanlı İmparatorluğu siyasi yapısını da ekonomiye yansıtmıştı. Yönetimde tek merkezli bir yapıya sahip olan imparatorluk ülke ekonomisi ve sermayesini de denetiminde tutuyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nda Avrupa’dakine benzer büyük sermaye sahipleri yoktu. İmparatorlukta otoritenin kutsallığı ekonomide de baskındı.
Toprağı ancak devlet verirdi ve karşılığında belirli vergiler alırdı. İmparatorluğun yıkılmasından sonra kurulan genç Cumhuriyet de yukarıdaki etkenlerden zarar gördü. Cumhuriyet kurulduğunda piyasadaki hakimiyet Osmanlı zamanında verilen kapitülasyonlar nedeniyle yabancı ülkelerin elindeydi. Ülkedeki iş hayatını azınlıklar yönetiyordu. Savaş sırasında bu azınlıklar sınır dışı edildiler veya Milli Sınırlar içinde olmayan Türk soydaşlarla mübadele edildiler. Dolayısıyla sadece tarım ve hayvancılıktan anlayan, kalifiye olmayan Türk soydaşlar azınlıklardan boşalan işgücü açığını dolduramadı. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü sonrası kalan yabancılara ödenmesi gereken borçlar vardı. Ülke yeni bir savaştan çıkmıştı.
Ülkede sanayi zaten yoktu, fakat tarım sektörü de vergilerden, ilkellikten ve savaşın verdiği zararlardan dolayı çökmüş vaziyetteydi.
Halk düşünülebilecek en yoksul haldeydi. Elde avuçta hiçbir şey yoktu.
Ülkenin o anki halini bizlere en iyi şekilde yansıtan söz, 30 Ekim 1923’te kurulan ve Cumhuriyetin ilk hükümetinde görev alan Mustafa Necati’nin şu sözleriydi;
“Her yer haraptı, barınacak sığınak bile yoktu, evler yıkılmış, yollar geçilmez hale gelmişti. Halk en basit vasıtalardan da mahrumdu. El sanatlarını genellikle temsil eden Gayr-i Türk nüfus ortada yoktu. Halk her şeyi devletten beklemek mecburiyetindeydi. Vergiler çok ağırdı ve mükellefin bu vergileri ödemesi çok zordu. Devletin başka geliri de yoktu. Bir fasit daire içinde olduğumuzu görmemek mümkün değildi.”
1923’ten yaklaşık 1930’a kadar süren ilk dönem, ekonomik sorunların tartışıldığı ve uygulanabilecek iktisat politikalarının tespitine yönelik çalışmaların yapıldığı, “çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi” gruplarından oluşan 1.135 kişi tarafından alınan Birinci İktisat Kongresi’nin damgasını taşımaktaydı.
İktisat Kongresinin iki amaçla toplandığı söylenebilirdi.
Birincisi, tüccar, çiftçi, sanayici ve işçi kesimlerinin kendilerine özgü sorun ve isteklerini bir bütünlük içinde belirlemek; bu isteklerin siyasal yönetim tarafından bilinmesini sağlamak.
İkincisi de, yabancı sermaye çevrelerine ekonominin gelecekte alacağı biçimi ya da niteliği açıklamaktı.
Bir başka açıdan bakıldığında, kongre ile yönetici kadronun iç ve dış sermaye kesimlerine güvence vermek istediği sonucuna varılabilirdi.
Alınan belli başlı mali kararlar şunlardı;
1-Aşar’ın kaldırılarak yerine yeni bir verginin ihdası,
2-Reji İdaresi’nin lağvedilmesi,
3-Tütün üretimi ve ticaretin serbest olması,
4-Temettü Vergisi’nin değiştirilmesi,
5-Gümrük politikasının ticaret, tarım ve sanayiyi geliştirecek şekilde yeniden düzenlenmesi,
6-İç gümrüklerin kaldırılması,
7-Ağnam’ın tahsil usulünün düzenlenmesi,
8-Teşvik-i Sanayi Kanunu’nda yer alan vergi bağışıklıklarının genişletilerek uygulanması.
Özetle Misak-ı Milli olarak bilinen, Birinci İktisat Kongresi’nde kabul edilen temel ilkeler çerçevesinde, çalışma özgürlüğü esası benimsenmiş; tekelciliğe izin verilmemesi, “aşar” vergisinin kaldırılması, yabancı sermayeye karşı olunmayışı karar altına alınmış ve 1927 yılında çıkarılan “Teşvik-i Sanayi Kanunu” ile de özel teşebbüse çeşitli imkanlar sağlamıştır.
Lozan antlaşmasına göre, Osmanlıdan kalan kapütilasyonlara dayalı gümrük tarife oranları 1929 yılında kalkacak ve Cumhuriyet Hükümeti yeni gümrük tarifelerini istediği gibi belirleyebilecekti.
Ülke Yönetimi, tarımsal alanda iklimden de kaynaklanan verimliliğe yukarıdaki faktörü de ekleyince ekonomik anlamda umutlanmışlardı.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti 2.Dünya Savaşına girmemişti. Bu bakımdan diğer ülkelere tarım ürünleri satarak ihracat gelirlerini artırabilirdi.
Fakat durum böyle olmadı.
1929′dan itibaren gümrük vergilerinin artacağını kestiren ve içeride Merkez Bankası olmadığı için onun yetkilerini kullanan azınlıkların yönetimindeki Osmanlı Bankasıyla ittifak yapan azınlık ithalatçılar bol miktarda ithalat yaptılar.
Buhrandan önce Türkiye ekonomisine bakıldığında tarıma endeksli bir yapı vardı. Bu dönemde özellikle pamuk, tütün gibi ziraat ürünleri ihraç ediliyordu. 1920’lerin sonuna doğru traktör sayısının da artmasıyla ihracat Türkiye için iyi bir gelir kaynağı oluşturmuştu.
İhracatın büyük bir kısmı Amerika’ya yapılıyordu. Buna karşın ihracat yabancı kredilerle dönüyordu.
Çünkü bankacılık sistemi daha çok ithalatı desteklemekteydi; kaldı ki 1920’lerde var olan banka sayısı azdı ve çoğu küçük taşra bankalarıydı.
Durum böyleyken 1926 yılı sonlarında Amerika’nın sözde Ermeni katliamını bahane ederek Türkiye ürünlerine ambargo koyması ihracatımızı vurdu.
Türkiye bir anda borç batağına sürüklendi.
1929 yılına girerken ihracat ürünlerinin fiyatları da çok düşmüştü.
Fiyatlar düşünce dış ticaret minimum düzeye indi.
Krizi takiben diğer ülkeler gibi Türkiye de gümrükleri yükseltme yoluna gitti.
Köylüler borçlarını ödeyebilmek için tarım araçlarını elden çıkarmak zorunda kaldılar.
Tarlasını, traktörünü ve diğer üretim araçlarını satan köylünün yapabileceği tek bir şey vardı…
O da köylerden kentlere göç etmekti.
Kentler için ise bu durum bir taraftan sanayileşmek için ucuz iş gücü anlamına gelirken, diğer taraftan da kentlerde nüfus patlaması, gecekondulaşma ve sosyal kaos demekti.
Bu dönemde devlet de sanayileşme politikaları güdüyordu. 1933 yılında ilk sanayileşme planı yapıldı.
Bu plan daha çok ağır sanayi üzerineydi çünkü devlet bu planı özel sektörü darbelemek için değil, korumak için yapmıştı.
Zaten bir taraftan da sanayi teşvik kanunları çıkarılıyordu.
Halen dünyada yaşanmış olan en büyük kriz 1929 Krizi’dir.
Bu krizin dünyayı en az I. ve II. Dünya Savaşları kadar etkilediği de açıktır.
Büyük bunalımın yol açtığı 1930’lar dünya tablosuna bakıldığında ekonomik krizlerin bazen insanlık tarihini etkileyecek boyutlara varabileceği rahatlıkla görülebiliyordu.
Bunların yanı sıra dışarıda da ilginç ve bir o kadar Türkiye’nin aleyhine gelişen durumlar vardı.
Amerika Birleşik Devletleri 1.Dünya Savaşı sırasında bol miktarda silah satmıştı.Ve silah sattığı ülkeleri kendine borçlandırmıştı.
Amerika Birleşik Devletleri’nin bir avantajı vardı. Okyanusun öteki kısmındaydı ve gelebilecek tehlikelere çok uzaktı.
Amerika Birleşik Devletleri bu avantajı değerlendirerek sanayisini oldukça geliştirdi.
Savaş sırasında diğer ülkelere silah dışında da bol miktarda ihracat yapıyordu.
Savaştan çıkan ülkeler ekonomik tahribatlarını neden göstererek Amerika Birleşik Devletleri’nden mal almıyordu.
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki sanayi üretimi iç piyasayı doyuruyor ve fazla veriyordu.
Bunun yanı sıra Avrupa ülkelerinde de bir sanayi verimliliği vardı.
Bu ülkeler Amerika Birleşik Devletleri’ne ihracat yapmaya çalışıyor ve Amerika Birleşik Devletleri’nin gümrükteki korumacı engelleriyle karşılaşıyorlardı.
Dolayısıyla Avrupa ülkelerinin de sanayi malları ellerinde kalıyordu.
1929 yılının Ekim ayında büyük bir ekonomik bunalım ABD’de başladı ve tüm dünyayı sardı.
Yukarıdaki faktörlerin dışında azınlıkların yaptığı yoğun ithalat, getireceği dövizlere bel bağlanan ancak 1929 bunalımı nedeniyle tarım ürünlerinin fiyatlarının çok aşağılara inmesi, bunun sonucu olarak dış ticaret açığının artması ve Türk Lirasının değerinin hızla düşmesidir.
Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan borçların ilk taksitinin ödenme süresinin gelmesi Türkiye Cumhuriyeti’ni ekonomik bir darboğaza düşürmüştür. Ülkede kambiyo noksanlığı nedeniyle bir ekonomik kriz patlak vermiştir.
Bu durum ilk olarak çiftçiye yansıdı. Ülkenin büyük kısmı tarımla geçiniyordu dolayısıyla bu kriz herkesi yoksullaştırdı.
Ürün fiyatlarındaki düşüş maliyeti karşılayamaz oldu. Örnek verilecek olursa; buğday fiyatları 13,5 iken 3,5’a, tütün fiyatları 71 kuruşken 31 kuruşa düştü.
1929 yılında 2.073 milyon TL olacağı tahmin edilen GSMH 1931 yılında 1.391 milyon TL olarak gerçekleşti.Yine 1928 yılında 50 Milyon TL olan dış ticaret açığı 1930’lu yıllara yaklaşırken 100 milyon TL oldu.
Kriz Yönetimi
Emekle ve özveriyle kurulmuş bir ekonomi diğer tarım ülkeleri ekonomileri gibi çökmüştü.
Bir an önce bu hal düzeltilmeliydi.
Başbakan İnönü, halkı yerli malı kullanmaya çağırıyordu. Cumhurbaşkanı Atatürk de, İnönü’ye destek veriyordu.
Ülkede ekonomik sıkıntıyla doğan bir ekonomik kenetlenme vardı.
Hükümet bu durumu değerlendirerek T.B.M.M Başkanı Kazım Özalp Başkanlığında “Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’ni kurdu.
Bu cemiyetin temel amacı halkı tasarrufa, yerli malı kullanmaya teşvik etmek ve yerli malı üretimini, kalitesini artırmaktı.
Bu amaçla 12-18 Aralık tarihleri “Yerli Malı Haftası” olarak kabul edildi.
Ülkede art arda “Atatürk’ün öncülük ettiği Sanayi ve Ziraat kongreleri düzenlendi. Tasarruf önlemleri had safhadaydı ancak devlet gelirleri hala çok azdı.
Bunun için 30 Kasım 1930’da “İktisadi Buhran Vergisi Kanunu” kabul edildi.
Ekonomik Krizin aşılmasında Atatürk’ün işlevi büyük olmuştur.
Atatürk ülkedeki ekonomik ve toplumsal durumu iyiye götürmek için her alanda Devletçi bir yapıyı benimseyerek bu yönde kanunlar çıkmasını sağlamıştır.
Bu dönemde,azınlıkların denetiminde olunan Osmanlı Bankasının elindeki yetkiler alınarak bir Merkez Bankası kurulmuş ve ülkenin çıkarları garanti altına alınmıştır.
15 milyon sermayeyle kurulan Merkez Bankası’na (11 Haziran 1930, 1715 sayılı Kanun) banknot basma yetkisi de verilmiştir.
Yine bu dönemde Kalkınma Bankası niteliğinde SÜMERBANK 3 Haziran 1933-2262 Sayılı Kanun ile kurulmuştur.
Bu dönemde ihracat ve ithalatı düzenleyen ve bazı ürünlerde tek elde toplayan kanunlar çıkartılmıştır.
Ülkede yerli sermayedarların az sayıda olmaları ve özel teşebbüslerde yetersiz kalmaları nedeniyle devlet öncülüğünde büyük sanayi yatırımları dışarıdan büyük krediler almadan, devlet sermayesiyle kurulmuş ve ülkede toparlanma amaçlanmıştır.
Ülke bu eylem ve kararlarla 1929 ekonomik buhranından arınabilmiştir.
Ayrıca; TL yi koruma çabaları, bütçeyi denkleştirme politikaları, yabancı devletlerle ekonomik ilişkilerin ülkenin ekonomik çıkarlarını korumaya yönelik olması ve yerli kaynaklarla kalkınma politikası bu krizin atlatılmasında etkili olmuştur.
A.Tolga AKPINAR
——————————————————————————————–
http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=480 http://ekutup.dpt.gov.tr/planlama/42nciyil/temela.pdf ELDEM Edhem , Osmanlı Bankası Tarihi,199,İstanbul ELDEM Vedat , Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomisi,Türk Tarih Kurumu, 1994 ERGİN Feridun,Atatürk Zamanında Türk Ekonomisi,Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı, 1977 GOLOĞLU Mahmut,Milli Şef Dönemi 1939-1960,Cem Yayınevi,1976 http://www.atonet.org.tr/turkce/bulten/bulten.php3?sira=316 KARLUK,Rıdvan,Türkiye Ekonomisi,Beta,İstanbul,1996. KURUÇ Bilsay, Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi,Bilgi Yay.1987 NERE Jacques,1929 Krizi,Çeviren Namık Toprak,Ank.1980. http://www.sabah.com.tr/2005/11/29/fin148.html TEKELİ İlhan-İLKİN Selim, 1929 Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları, ODTÜ,Ank. 1977. TEZEL S.Yahya, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi,Yurt Yay., Ank. 1986. TOKGÖZ Prof.Dr. Erdinç,Sanayileşmede Bölgesel Dengesizlikler, H.Ü. Yayını No.6-14,Ank.1976. TOKGÖZ Prof.Dr. Erdinç , Türkiyenin İktisadi Gelişme Tarihi (1914-2001) İmaj Yayınları-Sayfa 43-47 TUSİAD Raporları… Türkiye Ekonomi Kurumu,Türkiye Ekonomisi Sektörel Analiz,Ankara 1998.